Afroamerikanın islami devrimcisi

yEmRe

Kıdemli Üye
Kademeli
“Özgürlük savunmasındaki güç, zorbalık ve zulüm namına kullanılan güçten büyüktür. Çünkü güç, gerçek güç, bizim aksiyon, uzlaşmaz aksiyon üreten inancımızdan gelir.”

“Huzuru özgürlükten ayıramazsınız çünkü hiç kimse özgürlüğüne sahip olmadan huzur içinde olamaz.”

Malcolm X sadece bir Müslüman değil; mensubu bulunduğu toplumun, yani Amerikalı siyahların sorunlarının bir nevi tercümanı olarak kazınmıştır hafızalarımıza.
Kuşatma ve baskı altındaki bu talihsiz fakat gururlu toplumun mensubuydu Malcolm X. Amerikalı siyahların büyük kısmı Hıristiyan’dı ve çoğu da köle olarak yaşıyordu. Bahsettiğimiz kölelik sosyal hakları elinden alınan, derisinin rengiyle aşağılanan ve Amerikalı beyazların sömürgesi haline gelen kölelikti. Siyah ırkın namusuna,özgürlüğüne daha o günden göz dikmişti beyazlar. Medenileşmiş insanoğlu böylesine azgın bir hırsı, bir cinayeti, bir katliamı, bir şehveti asla duymamış ve hissetmemiştir...

Malcolm X bunu şöyle anlatır:
“Tam dört yüz yıl Amerikalı siyahlar olarak şiddete maruz kaldık, sadık millet olarak yaşadık, tarla kölesi ve ev kölesi olarak... tarla kölesi tarlalarda yaşadı çalıştı, efendisinin verdiği kadar yedi, izin verdiği kadar dinlendi...ev kölesi ise, efendisinin artıklarını yedi ve eski elbiselerini giyindi, evleri yandığında yangına ilk koşan oydu, efendisi hasta olduğunda patron hasta mıyız? dedi...
…Bir problem olduğunda yine efendilerimizin çomağını ensemizde hissettik, biz buraya Chiristof Colombo’nun gemileriyle falan gelmedik; Tanrı küçük günahları kendi gazabından olan ateşle pakladı! Siyah Halkımızın tam yüz milyonu; sizin atalarınız! Benimkiler! Bu beyazlar tarafından katledildiler. Kendilerine köle yapmak amacıyla on-beş milyonumuza kıydı beyazlar! Böylesi bir günde denizlerin dibini size gösterebilmek elimde olsaydı keşke. Kara kara bedenleri, kıpkızıl kanları, tepiklerle, çomaklarla paramparça edilmiş kemikleri! Hasta düştüklerinde kollarından tutulup denize fırlatılan o hamile siyah kadınlar! kolayına yaşayıp gitmek için en iyi yolun, önlerindeki köle gemisinin ardını bırakmamak olduğunu anlamış köpekbalıklarına yem olsun diye denizin göbeğine atılıveren o zavallı kadınlar!”

Tarihe çok yönlü adını yazdıran, zencilerin olduğu kadar Müslümanların da gönlünde taht kuran, yılmaz azmi ve imanıyla İslam mücadelesinde toplumunun öncüsü olan Malcolm’ın hayatını üç safhada incelemek mümkündür:

1- Malcolm Little dönemi: Bu dönem, doğumundan cezaevine girdiği zamana kadar olan süreci kapsamaktadır. Siyah derili bir köle olarak, yüreği ırkçılık ve nefret yumaklarıyla dolu olarak yaşadığı dönemdir.

“Gelecek, bugünden onun için hazırlananlara aittir.”

19 Mayıs 1925’de, Batı İndialı bir anne ile, Hıristiyan bir vaizin oğlu olarak Omaha’da dünyaya gelir. Onun gözünde babası kocaman, iri yarı, simsiyah ve korkusuz bir adamdır. Annesi ise, memleketi dolayısıyla beyazlardan farkı olmayan bir tendedir. Babasına göre, Amerikalı siyahlar hiçbir zaman gerçek özgürlüğe, bağımsızlığa ve itibara kavuşmayacaktır. Bu yüzden de Amerika’yı bırakıp, kendi vatanlarına, Afrika’ya dönmeliydiler. Babasının bu vaazlardan rahatsızlık duyan beyazlar, sık sık tehdit edip, kendisine ve ailesine baskı yaparlar.

Daha kendisi dünyaya gelmeden, annesinin karnındayken hissetmeye başlamıştır bu şiddet olaylarını. Ve hafızasının algıladığı kadarıyla, ilk 1929 yılında yaşar canlı olarak. Daha dört yaşındayken, evlerinde yangın çıkarmak isteyenlerin ardından, babasının onlara ateş açmaya çalışmasıyla uykusundan açmıştır minicik gözlerini. Kendilerini güç bela don gömlek atarlar sokağa. Olay yerine gelen polis ve itfaiye çalışanlarıyla birlikte, yan yana evlerinin küle dönüşünü izler ağlamaklı şaşkın gözlerle.

Bu olay hep capcanlı kalmıştır kendisi için. O günü unutmasının imkansızlığından bahseder o günleri yad ederken. O günden sonra başka mahalleye taşınırlar ama yine kendilerini rahat bırakmamıştır zalim beyazlar. Babası ölümle kalım arasında yaşam mücadelesi verir. Bir gece suikasta kurban gidinceye kadar. Bir sokak ortasında, vücudunda sağlam kemik kalmamacasına dövülerek öldürülmüştür.

Artık sekiz kardeşiyle ortada kalıvermiştir Malcolm. Babasının sigorta parası ancak cenaze masraflarını karşılamış, annesi evlere temizlik işlerine gitmek zorunda kalmıştır. Renginin beyazlığı, annesinin kolay iş bulmasına yardımcı olmaktadır. Hayat şartları hiç kolay değildir ve kardeşlerin en büyüğü de aileye katkı için çalışmaktadır. “Gün oluyor, beş paramızın olmadığı zamanlar annem hindiba ağacı yaprağı kaynatıp bize yediriyordu” diye anlatır Malcolm. Arkadaşları ise onlarla ‘pişmiş ot yiyorlar’ diye alay ederlermiş o zamanlar.

Bazense birkaç kardeş iki mil uzaklıktaki fırından, beş sente bir çuval bayat ekmek alıp onları yerlermiş günlerce. “Annemiz bu bayat ekmeklerle çok değişik şeyler yapabiliyordu. Domatesle ekmek karıştırılıp kaynatılınca bize yemek oluyordu örneğin.Yumurtamız varsa pide balığı gibi şeyler yapardı bize annem. Ekmek tatlısı yapardı sonra, içine kuru üzüm de koyardı bazen. Ekmeği etinden kat kat fazla olsa da hamburger yediğimiz bile olurdu.Zaten çoğu ekmekten yapılmış olan bu yemekleri bir solukta silip süpürürdük.”

Tüm ailenin yükünü omuzlarında taşımak zorunda kalan anne artık yorulmuş ve evlenmeye karar vermiştir. Ancak son anda çocukların sorumluluğunu almaktan ve gelecek maddi yükümlülükten korkan adam evlenmekten vazgeçer. Bu karar anne için yıkımın başlangıcıdır artık. Psikolojisi iyice çöker, sorumluluğun ağırlığı elini kolunu bağlar ve kendini bilmez hale gelir. Genç kadın, artık kendi kendine konuşmaya başlamıştır ve Malcolm henüz on yaşındadır.

Aileye katkıda bulunmak için babasının tüfeğiyle tavşan avlayıp yol kenarında satmaya çalışır. “Pek çoğu sırf yardım olsun diye alırdı” diye anlatır Malcolm. Okul çıkışı eve gitmek yerine iki mil uzaklıktaki Lansing’e gidip bütün dükkanları dolaşır, aşırdıklarıyla kendisine ziyafet çeker. Bunu ‘tilkilik’ olarak adlandıran Malcolm, kimi zaman bahçelerden aşırdığı sepet dolusu çilekleri satarak para kazandığını söyler. O günlerden şöyle bahseder:

“Hızla büyüyüp gelişiyordum; ama bu gelişme kafaca değildi, bedenceydi daha çok. Ben böyle evden uzak kala kala, konu komşunun eşiğini aşındıra aşındıra, dükkanlardan ufak tefek şeyler yürüte yürüte, büyüdükçe, isteklerimi elde etmekte daha da bir saldırgan, daha da bir sabırsız oluyordum giderek.”

Aileden Kopuş

Ara sıra aileyi ziyaret eden Aile Refah kurumu, son gelişlerinde annenin daha fazla çocuklarla ilgilenemeyeceğine karar vererek Molcolm’u iyi bir ailenin yanına evlatlık olarak verir. Orada durumu iyidir ve ara sıra kardeşlerini ve annesini görmeye gelme fırsatı bulur. Ancak daha da durumu ciddileşen anne Kalamazo’daki akıl hastanesine yatırılır ve diğer kardeşlerde ailelerin yanlarına verilir.

Kaldığı ailenin yanında durumunun iyi olmasına rağmen, okuldan ayrılıp bir işe girmeye karar verir. Bu nedenle okuldan atılmanın yollarını arar. Hesapları tutmaz ve okuldan atılmak yerine ıslah evine gönderilir. Islah evi kendisine bir iş de bulmuştur ve oradaki okulda da eğitimine devam etmek zorundadır. Artık hayattan zevk almaya başladığını hisseder. En azından artık cebinde parası olacak, arkadaşlarına bir şeyler ısmarlayabilecektir.

Okul ve arkadaşlarıyla arası çok iyidir. Öğretmenler de dahil herkesin sevgisine mazhar olmaktadır ve sınıfının tek zenci öğrencisidir. İngilizce dersini ve öğretmenini çok sevmektedir. Bir gün İngilizce öğretmeni büyüyünce ne olmak istediğini sorar. Avukat olmak istediği cevabını alınca çok şaşıran öğretmeni: “Biliyorsun, burada hepimiz seni severiz. Ancak sen bir zenci olduğunu unutmamalısın. Avukat olmak bir zenci için gerçekçi bir ideal değil. Sen olabileceğin bir şey düşünmelisin. Çok kabiliyetli ellerin var. Neden bir marangoz olmayı düşünmüyorsun?” demiştir.

Bu konuşma, onun içinden bir şeylerin koptuğu, gerçeğin ne demek olduğu konusunda beyninde kıvılcımların çaktığı ve yüreğinde biriken isyanın ana kaynağı olmuş, beyazlara yabancılaşmasına ve ne kadar zeki ve başarılı olursa olsun, ırkçılık engelini aşamayacağına inanmasına yol açmıştır. Bu ve benzeri olaylar Malcolm’u sisteme yabancılaştırmıştır. Böylece onun hayatında, yeraltı dünyasında ve hapishanelerde geçirilen bir dönem başlamıştır. Bu dönemde Malcolm’un hiçbir ideolojik çabası yoktur; Tanrı’yı inkar etmektedir ve sadece behimi arzularını tatmin peşindedir.

Gençlik Yılları

Ablasının Boston’a daveti üzerine oraya gider. Kendisine bulunan pek çok işe girip çıkar. En son Boston-Newyork arasında çalışan bir trende iş bulunur. Onun döneminde zenciler ancak ayak işlerinde çalışabilir, devlette iş bulmaları mümkünsüz kadar zordur. Bulsalar dahi asla kıdem atlayıp yükselemez ve memurların ayak işlerine bakan memur olabilirdi.

Bu iş dolayısıyla pek çok yeri görme imkanı bulur ve en çok da Harlem’e bayılır. Newyork’da zencilerin mekanıdır burası. Hayallerinin şehridir Harlem. Hayatında daha önce şık giyimli, gösterişsiz, medeni zencileri bir arada görmemiştir hiç. 17 yaşında demiryollarındaki işinden kovulunca, hayran olduğu bir barda işe başlar. Bar hayatı onun için mektep niteliğindedir. Edindiği her türlü dalavereyi ve pis işleri burada öğrenir. Uyuşturucu kullanımından satışına dek her dala atlar. Polislerin kendisini yakalamak için fırsat kolladığını bilerek yaklaşık 7 yıl kovalama içinde yaşar. Yokluk ve varlık arasında gidip gelirken bulaşmadığı kirli iş kalmaz. Esrar ve uyuşturucu işinden başka hırsızlık, çete kurma, yankesicilik gibi işlere de el atmıştır. Zencilere güzel ve haysiyetli işlerin layık görülmediği o dönemde, onlarda kısa yoldan ve zahmetsiz işlerin peşine düşmekte bir beis görmemektedir.

Yıllar yılı yapılan kovalamacanın ardından yakalanarak cezaevine atılır. Hapse atıldığında daha yirmisindedir ve uyuşturucu bağımlısı olduğu için ilk yılı tarifsiz derecede zor geçer. Oraya ve oradakilere alışmak kolay olmamıştır. Sürekli diklenmesi, uyuşturucu krizine girince din kitap dinlemeden küfretmesi ve düzen bozması nedeniyle, ilk yılının çoğunu hücre cezası olarak geçirmek zorunda kalmıştır.

2- Malcom X dönemi: Bu dönem, Malcolm’ın hapishanede İslam Milleti Hareketi Lideri Eljah Muhammed’in öğretisi ile tanışarak İslam’a ilk adımı attığı ve sadece ABD’de yaşayan Afro-Amerikalıların haklarını savunduğu dönemdir.

“Ben gerçeğin peşindeyim, kimin söylediği önemli değil. Ben adaletin peşindeyim, kim için veya kime karşı olduğu önemli değil.”

Umutsuzca hapishanenin dört duvarı arasında kaderine küfredip dururken küçük ağabeyi Philibert’ten bir mektup alır. Mektubunda siyah adamın doğal dinini keşfettiğini, İslam Cemaati adında bir guruba katıldığını ve kurtuluşa ermesi için Tanrıya dua etmesi gerektiğini yazmıştır. Ardından kardeşi Reginalt’tan da bir mektup alır. Sigara ve domuz etinden uzak durmasını, daha sonra kendisine hapishaneden kurtulmanın yolunu söyleyeceğini bildirmiştir.

Kafası karmakarışık olmasına rağmen, oradan kurtulabilmenin umuduyla kardeşlerinin isteklerini yerine getirmeye başlar. Hücrede kaldığı aylar boyu sigara içmediği için bırakmak zor olmayacaktır onun için. Artık merakla kardeşinin gelmesini ve kendisini aydınlatmasını bekler. Ve bir gün kardeşi çıkıp geliverir. Malcolm’a, akla hayale gelebilecek her şeyi kimin bilebileceğini sorar ve ‘her halde tanrı gibi biri’ yanıtını alır. Bunun üzerine kardeşi Eljah’tan bahseder uzun uzun.

Ara sıra gelmeye ve kardeşinin kafasını karıştıracak, soru işaretleri oluşturacak şeyler anlatmaya devam eder. Malcolm yeni nakledildiği hapishanede, öncekilere göre daha rahattır. Herkesin özel odası vardır ve buradakiler daha efendi, gardiyanlar daha insancıldır. Her şeyden önemlisi kocaman bir kütüphanesi vardır buranın.

Kardeşi bir gelişinde, “Düşünebiliyor musun kim olduğunu bile bilmiyorsun. Bitip tükenmek bilmez hazineleri olan, kralları medeniyetleri olan bir ırktan geldiğin halde bunu bilmiyorsun ne yazık ki. Şeytan beyazlar senden bunu gizliyorlar. Asıl soyadının ne olduğunu bile bilmiyorsun, bir zamanlar kendi ana dilin olan dilini duysan bir kelimesini bile anlamazsın. Beyaz şeytan aslınla ilgili bütün bilgileri çekip almış elinden. Seni katlederek, sana tecavüz ederek, seni atalarının tohumundan, anayurdunun bağrından koparıp getirdikleri günden bu yana, sen bu beyaz şeytanın bitmek bilmeyen şeytanlıklarının kurbanı durumundasın” diyerek çekip gitmiş ve Malcolm’u karışık kafasıyla ortada bırakmıştır.

İslam’la tanışması 1948’lere rastlamaktadır. Artık günde beş saat uyuyup, zamanının çoğunu kitap okumaya ayırır. Gözleri astigmat olmuştur. Aralarında yaptıkları münazaralara katılır, bu da onun hitabet gücünü arttırırdı. Onun İslam’ı seçmesi, aynı zamanda Amerikalı beyazlara karşı bir tepkidir. Çünkü Elijah Muhammed çok ırkçıdır. İslam’ı tam olarak ya bilmemekte yada anlatmak istememektedir. Malcolm kardeşleri ve Eljah Muhammed ile sürekli mektuplaşır. Sürekli bir şeyler öğrenmenin mücadelesini verir.

1952 de hapishaneden çıkar. Harlem veya Boston yerine direk kardeşinin yanına gider. Onun çalıştığı fabrikada işe başlar. Kardeşinin birlikte kalma teklifini severek kabul eder. Onun evi tam bir Müslüman evidir. Gusletmeyi ve abdest almayı öğrenir. Malcolm namaz kılmaya ise bayılmıştır. İşyerinde bir kez dahi kaçırmaz. İslam’ın her şartını öğrenmek için kardeşinin yakasını bırakmaz ve Eljah Muhammed ile tanışacağı günü iple çeker. İmam Lamuel Hasan’ın verdiği vaazlara katılır. Buradaki insanlar o kadar samimi ve içtendir ki, böylesini daha önce hiç görmemiştir.

Kendisi içerdeyken hiç tanımadığı halde zaman ayırıp mektup yazan, zencilere liderlik yapabilmek için nice acılara katlanan, hiç özveriden kaçınmayan, zencilere kol kanat gerebilmek için gözünü budaktan sakınmayan liderle tanışacaktır artık. Kendisini tanıtırken topluluğa, “yıllardandır hiç ara vermeksizin bana mektup yazmıştır Malcolm kardeş. Elim değdikçe ben de kendisine yazmışımdır. Zindandayken şeytandan kurtulmuştu Malcolm kardeş; ama şimdi onu tekrar içkime, kumarıma, esrarıma ve günahıma çekeceğim diyecektir beyaz şeytan. İşte şimdi temiz kardeşimizin perdesi kalkmıştır. Göreceğiz nasıl bir insan olacağını. İnanıyorum ki hep bağlı kalacaktır Malcolm kardeş imanına” diyordu Eljah Muhammed.

Bu arada kölelikten kalma soyadını değiştirip ‘X’i alır. Toplantıları, çalışmaları asla bırakmaz. İmam Lamuel Hasan’a yardımcı olarak tayin edilir. Durmadan çalışmakta ve artık geceleri rahat uyumaktadır. Onu bu hale Allah’tan başka kim getirebilirdi ki diye düşünmekte ve Eljah Muhammed’e daha bir bağlanmaktadır. Bir süre sonra, Eljah’ın onayı ile aynı cemaatten hemşire Betth ile evlenir.

Korkusuz ve kendine güvenir tavırlarıyla tanınmış ve çevresi kalabalıklaşmıştır. Yaşanan bir olay neticesinde polise kafa tutmasının ardından, peşine takılan yüzlerce kalabalığın güç gösterisiyle gazetecilerin dikkatini çekmiş ve adından söz edilen kişi olmayı başarmıştır. Artık Eljah Muhammed’in sağ kolu ve en güvenilir adamıdır. Kendisinden sonraki veliahtı ilan etmiştir Malcolm X’i.

Ancak onların birlikteliğini ve cemaatlerinin ünlenmesini kıskanan diğer imamlar Eljah Muhammed aleyhine çalışmaya başlar. Gazete ve televizyonlarda onunla ilgili yakışıksız haberler çıkmaya başlar. Bunlara göz yumamayan ve gerçekleri öğrenmek isteyen Malcolm X Eljah Muhammed’e sorduğunda şu yanıtı alır:

“Davud’u okurken, bir başkasının karısına nasıl göz diktiğini öğrenmişsindir, işte o Davud’um ben. Nuh’u okumuşsundur; şu sarhoşu, işte ben onun ta kendisiyim. Lut’un serüvenini okumuşsundur; şu kendi kızlarıyla aynı yatağı paylaşanı...Bana da bunları yapmak caiz oluyor herhalde.” Malcolm, tiksinti içerisinde yanından ayrılır. (Bunlar tahrif edilmiş Tevrat’ın ayetleridir ve diğerleri gibi Malcolm da o zamanlar Kur’an’dan uzaktır.)

Ayrıca Amerika başkanı Kenedy’in öldürülmesi üzerine, konuşmaları yasak olduğu halde fikir beyan etmesi nedeniyle, Eljah Muhammed tarafından üç ay konuşmama cezası alır. Üç ayın sonunda konuşabileceğini sanırken, sorumluluklarının da elinden alındığını öğrenen Malcolm ile Eljah Muhammed arasındaki ipler kopmuştur. Artık iki düşmandırlar. Hatta Eljah Muhammed tarafından öldürülmeye dahi çalışılır. Eljah Muhammed’in yolsuzluklarına ve yanlışlarına göz yummaması, iki dostu tamamen birbirinden ayırır .

3- El-Hacc Malik el-Şahbaz dönemi: Malcolm X’in hayatında hac, önemli bir dönüm noktası olmuştur. Hac görevini ifa ettikten sonra, ismi ile birlikte düşünceleri ve davası da değişmiştir. Malcolm’un yeni ismi artık el-Hacc Malik el-Şahbaz’dır. Hacda evrensel İslam’ı keşfettikten sonra Malcolm, evrensel olarak istisnasız bütün insanların haklarını savunmak için mücadeleye başlamıştır. İslam ona, o güne kadar savunduğu siyah milliyetçiliğini bir kenara bırakarak, insan hakları konusuna tevhit penceresinden bakıp, bütün insanlığı, bir olan Allah’ın yarattığı tek bir aile olarak, sevgiyle kucaklamayı öğretmiştir.

Mekke’ye vardığında, orada gördüklerini eşine şu cümlelerle anlatır: “İnanamayacaksın ama; tenleri beyazdan daha beyaz olan insanlarla aynı bardaktan su içtim, ve aynı tabaktan yemek yedim. Hepimiz bir kardeştik. Ben artık ırkçı bir Müslüman değilim. Gerçek peygamberimiz olan Hz. Muhammed ırkçılığı yasaklamıştır.”

Burada ismini bir Müslüman ismiyle değiştirir. El-hac Malik El-Şahbaz’dır artık o...
Malcolm X Mekke’de gerçek Müslümanlığı öğrenir. Kral Faysal’la görüşür. Beyrut’ta bir üniversitede Amerikalı siyahlarla ilgili konferans verir.

“İnsanlar bir insanın bütün hayatının bir tek kitapla değişebileceğinin farkında değiller”.

Hacda, İslamiyet’in, Amerikalıların bir türlü çözemedikleri ırk ayrımcılığı problemini çözdüğünü görür. Beyaz adamın bu çözümden örnek alması gerektiği kanaatine ulaşır. Eğer İslam ırk problemini Afrika’da ve Asya’da çözmüşse, Amerika’da da çözebilir. Buna bir engel yoktur. Öyleyse Amerika İslam’dan bu konuda istifade etmelidir. Bu maksatla, lideri olduğu Muslim Mosque’a hacdan gönderdiği mektubun basına dağıtılmasını ister. Malcolm’un Mekke’den Amerika’ya gönderdiği mektup, kendisini sevgiyle veya nefretle izleyenleri şok etmiştir.

“En az bir düzine insanın sahip olduğu tecrübeye sahip olacak kadar hal başımdan geçti” diyen Malcolm X şunları yazmıştır mektubunda:

“Ömrümde, her renkten, her ırktan insanın birlikte kaynaştığı, İbrahim’e, Muhammed’e ve semavi kitaplardaki bütün peygamberlere ev sahipliği yapan, şimdi bulunduğum bu mukaddes topraklardaki kadar, insanlar arasında böylesine coşkulu ve içtenlikli bir konukseverlik, böylesine yüreklerden taşan gerçek bir kardeşlik hiç görmedim.

Geçen hafta, çevremde her renkten insanın oluşturduğu asil ve anlatılamaz ihtişamdan büyülenmiş bir halde konuşmaktan aciz kaldım. Beni yaratan Allah, beni mukaddes Mekke’yi ziyaret etmekle ödüllendirdi. Kâbe’nin çevresini yedi kere döndüm. İnsanlığın dertlerine deva, İslam’ın kutsal suyu zemzemden kana kana içtim. Safa ve Merve tepeleri arasında yedi defa gittim geldim.

Adem’in yurdunda, tarihin en eski kenti Mina’da, Arafat’ta dua ettim. Dünyanın dört bucağından on binlerce hacı ile birlikteydim. Mavi gözlü sarışınlardan, siyah derili Afrikalıya kadar bütün renkler kaynaşmıştı. Fakat hepsi insanların birlikteliğini, tek bir ruh halini simgeliyordu. Bu benim Amerika’da siyah ile beyaz arasında göremediğim, fakat görülmesi kaçınılmaz ve mümkün olan bir manzaraydı.

Amerika, İslâm’ı tanımalı, anlamalı ve bilmelidir. Çünkü sadece bu din, toplumdaki ırk ve renk ayrımı ile insanlar arasındaki ayırımı kökten reddetmektedir. İslam ülkelerine yaptığım gezilerde konuştuğum insanlar ve hatta beraber yemek yediğim beyaz Amerikalılar, kafalarındaki ayırımcılığın İslam ile tanıştıktan sonra yok olduğunu söylediler.

İnsanların renklerine bakılmaksızın birlikte iç içe oldukları böylesine içtenlikli ve gerçek bir kardeşlik manzarasını bundan önce hiç görmemiştim. Bu sözcükleri benden işitmekle belki şaşıracaksınız. Bu hac sırasında gördüğüm ve yaşadığım bu gerçekler, benim daha önceden eriştiğim düşünce biçimini yeniden temellendirmede etkili oldu ve bazı varsayımlarımı terk etmeye karar verdim.

Bu benim için hiç de zor olmayacak. Sıkı ve kesin kabul ettiğim düşüncelerime rağmen, ben her zaman gerçeğin arayışı içinde oldum ve karşılaştığım her yeni gerçeği yeni bir aşama, yeni bir açılım olarak kabul ettim.

Gerçeğin yetenekle aranmasının önemli ve belki de ilk şartı olan beynimi ve aklımı daima açık tuttum. Bu kutsal yerlerde geçirdiğim 11 gün içinde Müslüman kardeşlerimle tek ve aynı Allah’a ibadet ve dua ederken, onlarla birlikte aynı tabaktan yedim, aynı bardaktan içtim, aynı kilimin üstünde uyudum. Gözleri mavilerin en mavisi, saçları sarıların en sarısı ve derileri beyazların en beyazı idi.

Ve beyaz Müslümanların sözcükleriyle ben Nijerya’dan, Sudan’dan ve Gana’dan siyah Afrikalı Müslümanlar arasında, aynı ve gerçek içtenliği ve duyarlılığı yaşadım. Biz gerçekten kardeştik. Çünkü inancımız tek Allah’a idi ve aramızda renkler kalmamış ve beyaz renk, Amerika’da var olan tutum ve davranışlarıyla düşüncelerimizden sökülüp atılmıştı.

Beyaz Amerikalılar Allah’ın tekliğini kabul ettiklerinde, insanın birliği gerçeğini de kabul edecekler; insanlar arasında antropolojik üstünlük ölçülerine, farklı renklere farklı muamelede bulunmaya son vereceklerdir. Amerika’daki ırkçılık, tedavi kabul etmez bir kanser salgınıdır. Beyaz Amerikalının Hıristiyan kalbinin, böylesine yıkıcı bir hastalığın tedavisinde, kanıtlanmış bir gerçeği kabul etmesi kaçınılmazdır. Irkçılık Almanya’da Almanları içeriden vurmuş ve yıkmıştır.

Bu kutsal topraklarda geçen her saat bana Amerika’daki siyah-beyaz çatışmasına yaklaşımda çok daha güçlü bir iç zenginliği kazandırıyor. Amerikan zencileri ırkçı kinleri nedeniyle asla suçlanamazlar. Onların tepkileri, Amerikan beyazlarının 400 senelik bilinçli ırkçı davranışlarına karşı oluşan bir bilinçaltının doğal sonucudur.

Irkçılık Amerika’yı sarmalayarak bir intihar yolunda götürmektedir. Gözlemlerime dayanarak, çeşitli zaman ve mekanlarda kolej ve üniversitelerde birlikte olduğum yeni nesil beyaz gençlerin birçoğunun, duvarlardaki yazıları görüp okuduktan sonra Amerika’yı tümden bir yıkıma götürecek ırkçılık hastalığından kurtaracak tek doğru yolu bulmaları kadar doğal bir şey olamaz.

Hiç de öyle çok yüksek bir saygınlık görmedim ve bunu beklemiyordum da. Kendimi çok saygıdeğer birisi veya hepten değersiz birisi gibi de hissetmedim!.. Birkaç gece önce Amerika’da, kendisini beyaz olarak gören bir beyaz adam; Birleşmiş Milletler’de bir diplomat, bir elçi, kralların arkadaşı, bana kendi dairesini, kendi yatağını verdi. Amerika’da, böyle bir muamele göreceğim aklımın ucundan geçmesi bir yana, bu durum rüyalarımda bile olası değildi. Böyle saygınlık ve şerefli bir muamelenin Amerika’da, değil bir zenciye, bir krala bile yapılması şaşkınlık yaratacak bir gelişmedir.

Bütün övgüler yerin, yedi kat semanın ve evrenlerin yegane yaratıcısı ve sahibi Yüce Allah’a aittir.”

Amerika’ya geri döndüğünde basına ırkçılığı bıraktığını, kendisinin yeni bir örgüt kuracağını, beyazların bu örgüte katılabileceklerini açıklar.

Yaşam Felsefesi ve Çalışmaları

Malcolm X, hayatını mensubu bulunduğu toplumun haklarını elde etmek, bundan daha da ötesi bu toplumu gerçek kimliğine kavuşturmaya adamıştır. Belki babasının istediği gibi, siyah toplum olarak bütün eşyalarını, tekrar bir gemiye yükleyip Afrika’ya dönemezlerdi ama kültürleriyle, dinleriyle, dilleriyle bir de özgürlükleriyle Afrikalı olabilirlerdi. Tahrip edilmiş Hıristiyanlık dini, onlara iki dünyayı da cehennem yapmıştı. En son ve en mükemmel din olan İslamiyet, ancak bu toplumun her iki dünyada saadetini sağlayabilirdi. Malcolm X de bu gerçekleri anlatabilmek için çalıştı ve hayatını bu uğurda rabbine feda etti.

Evrensel İslam’ı keşfetmek, onu, siyah ırkçılığından kurtarıp evrensel insan hakları mücadelesine yönlendirmiştir. Her fırsatta, verdiği her konferansta özgürlüklere, bağımsızlığın önemine, ırkçılığın kahrediciliğine ve kurtuluş reçetesinin İslam’da olduğuna dikkat çekmiş ve savaşını bu yönde vermiştir. Beyazların düşmanca tavırları ve zencileri köle olarak görmeyi terk etmeyişleri, bir kurt gibi kemiriyordu beynini ve o köleleri de ikiye ayırıyordu:

“Ev köleleri ve tarla köleleri …

Ancak aralarında bir fark vardır. Tarla köleleri ilk fırsatta kaçıp kurtulmak isterler…Ev kölesi ise efendisinin dizinin dibinden ayrılmaz… Bir nevi ruhunu satmıştır…”

“Bir insan özgürlüğe doğru dürüst önem verdiğinde, güneşin altında, o özgürlüğü elde etmek için yapmayacağı hiçbir şey yoktur. Ne zaman birinin özgürlük istediğini söylediğini duyduğunuzda, ama sonraki nefesinde onu almak için ne yapmayacağını veya onu almak yolunda yapılmasına inanmadıklarını anlatacaksa, o kişi özgürlüğe inanmıyordur. Özgürlüğe inanan bir adam özgürlüğünü elde etmek veya onu muhafaza etmek için güneşin altında her şeyi yapacaktır.

Gerçekle yüz yüze gelemeyecek kadar vatanseverlikle kör olmamalısınız. Yanlış yanlıştır, kimin söylediği önemli değil.

Ben bir ırkçı değilim. Her türlü ırkçılığa, her türlü ayrımcılığa karşıyım. Ben insanlara ve insanların renklerinden bağımsız saygı duyulması gerektiğine inanırım.

Eğer dikkatli değilseniz, gazeteler sizin zulüm gören insanlardan nefret etmenizi ve zulmü uygulayan insanları sevmenizi sağlar.”

Malcolm X, Suudi Arabistan olmak üzere çeşitli Orta doğu ülkelerine geziler düzenler. Buralardan döndükten sonra Eljah Muhammed’in oğlu Wallace D. Muhammet’le birlikte Amerikan İslam Misyonu adlı örgütü kurar. Malcolm X’ in ölümünden sonra W.D.Muhammed liderliğindeki örgüt, daha sonraları diğer İslam ülkelerindeki örgütlerle birleşirler. Kısa sürede Amerika’daki en büyük İslam cemaati haline gelirler. Diplomaları devlet tarafından tanınan okullar açarlar. Kur’an ve Arapça eğitimi sağlarlar. 1985 yılından sonra, dünya üzerindeki Müslümanlarla sağlanması amaçlanan entegrasyonun son aşamasını da yerine getirip, Amerikan İslam Misyonunun kapatıldığını ilan ederler.

Şahadeti

21 Şubat 1965’de, eşi ve dört bocuğuyla birlikte katıldığı bir konferansta,konuşması esnasında kurşunlanarak şehid edilir. Öldüğünde, ardından ailesi için bırakacak tek meteliği yoktur. Ancak inancı uğruna savaşım verdiği davasını bırakmıştır çocuklarına.

“...Bir Müslüman olarak yeryüzünden Allah’ın huzurunda secde etmeyen tek fert kalmayıncaya kadar, İslam’ın hakim kılınması yolunda kendimi görevli hissediyorum...”

“Zaman şehitlik zamanıdır ve ben bir şehit olacaksam, bu kardeşlik uğruna olacaktır. Bu ülkeyi kurtaracak tek şey budur.”

Rabbim mekanını cennet kılsın.

S.DEMİR'DEN ALINTIDIR...
 
Y

yorgun demokrat

Ziyaretçi
neyi devirmisler islamcılar kafirlerimi küfürleri mi? bu arada malcolm x hakkida bilgiler icin saol
 
Üst