Esîr, esâret

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Savaş sırasında ele geçirilen düşman askerleri. Esir, erkek olabileceği gibi kadın da olabilir. İslâm'da, müslüman savaşçının, harp öncesi, harp sırasında ve harp sonrası uyacağı kurallar belirlenmiştir. Esâret hükümlerine, daha çok cihad sonrası ihtiyaç olur. Cihad, kafirlerle veya âsilerle çarpışmak için olanca gücünü, kuvvetini sarfetmek demektir. İbn Mes'ud Allah Resulu'ne hangi amelin daha faziletli olduğunu sormuş; "Vaktinde kılman namaz, sonra ana-babaya itaat, sonra da Allah yolunda cihad 'dır", cevabını almıştır. Mekke devrinde henüz müslümanlar yeterli güce sahip olmadıkları için cihada izin verilmedi. Resulullah'a ve sahâbeye sabır, va'z-ü nasihatla mücâdele emredildi. Ayetlerde şöyle buyurulur:

"Şimdilik sen aldırış etme, onlara karşı güzel ve tatlı muâmelede bulun " (el-Hicr, 15/85).

"Müşriklere aldırış etme" (el-Hicr, 15/94).

"İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et" (en-Nahl, 16/125). Bundan sonra cihada izin verildi.

"O haram aylar çıktığı zaman, müşrikleri nerede bulursanız öldürün" (et-Tevbe, 9/5).

Daha sonra bütün zaman ve yerlerde savaş serbest bırakıldı:

"Fitneden eser kalmayınca, din de yalnız Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın" (el-Bakara, 2/193).

Allah Resulu, savaş sırasında İslâm komutanlarının uyacağı hükümleri belirlemiştir:

Süleyman b. Bürde'nin babası şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.s.) bir orduya veya müfrezeye kumandan tayin ettiği zaman ona yakınları hakkında Allah'tan korkmasını tavsiye eder: Yanında bulunan müslümanlara da hayrı tavsiyede bulunur; sonra şöyle tâlimat verirdi:

"Allah yolunda, Allah'ın adıyla savaşın. Allah'ı inkâr edenlerle çarpışın. Savasın, fakat ganimet hususunda hıyânette bulunmayın; hem zulmetmeyin, kimsenin bir uzvunu kesmeyin, hiçbir çocuğu öldürmeyin. Ey komutan; düşmanla karşılaştığın zaman, onlan üç şeye davet et; bunlardan herhangi birini kabul ederlerse, onları serbest bırak. I) Onları İslâm'a davet et; Sana olumlu cevap verirlerse, hemen kabul et. 2) Sonra, onları göç etmeye çağır; eğer kabul etmezlerse, kendilerine haber ver ki, müslümanların yerlileri gibi olacaklar, kendilerine ganimet ve yağmadan bir şey verilmeyecektir. Ancak, müslümanlarla birlikte mücâhede ederlerse, o başka. 3) Eğer İslâmiyeti kabul etmezlerse, kendilerinden cizye (gayr-i müslimlerden alınan vergi) iste. Olumlu cevap verirlerse, onlardan kabul et. Bunu da kabul etmezlerse, artık Allah'tan yardım dileyerek, kendileriyle harp et" (el-Askalânî, Buluğu'l Meram, Çev: A. Davudoğlu, IV, 100-101)

Bu duruma göre, düşman önce İslâm'a davet ediliyor. Kabul ederse, savaşa son veriliyor. Çünkü Allah Resulu şöyle buyurmuştur: "Allah'tan başka ilâh yoktur, deyinceye kadar insanlarla çarpışmaya emrolundum " (el-Askalânî, a.g.e., IV, 90).

Düşman, İslâm'a girmeyi kabul etmezse cizye ödemeye davet edilir. Hanefilere göre cizye iki çeşittir. I) İki tarafın anlasması ile konulur. Nitekim Hz. peygamber Necran hristiyanları ile yılda ikibin takım elbise (hûlle) vermeleri şartı ile anlaşmıştır. 2) Malları düşmana bırakılarak, İslâm komutanınca re'sen cizye vergisi konulur. Bunun miktarı zengin, fakir ve orta halli için ayrı ayrı yıllık belirlenir; aylık tahsil edilir.

Düşman cizye teklifini de kabul etmezse savaş yapılır. Savaşta kadınlar, küçük çocuklar, savaşa katılmayan din adamları, akıl hastası gibi yükümlü olmayanlar, yaşlı, kör, kötürüm, sağ eli kesilmiş olanlar öldürülmez. Müslümanların yararına olursa, düşmanla barış anlaşması yapmak caizdir. Cenâb-ı Hak buyurur: "Eğer (düşmanlar) barışa meyl ederlerse, sen de ona yanaş" (el-Enfâl, 8/61). Hz. Peygamber Hudeybiye yılında Mekkelilerle, aralarında on yıl savaş olmamak üzere barış yapmıştır. Savaş sonucunda müslümanlar galip gelmiş ve esir almışlarsa komutanın esirler için izleyeceği yol alternatiflidir:

1- Öldürme: Harp esirlerini öldürmenin caiz olduğu konusunda İslâm hukukçuları görüş birliği içindedir. Çünkü Allah Resulu'nün bazı savaş esirlerinin öldürülmesini emrettiği tevâtür yoluyla sabittir. Mekke'nin fethi günü Hilal b. Hatel, Abdullah b, -Ebi's-Serh ve Mukays b. Hubâbe hakkında Hz. Peygamber; "Onları Kâ'be'nin perdelerine sarılmış olarak bulsanız bile öldürünüz" buyurmuştur (el-Cassâs, Ahkâmu'l-Kur'an, III, 391).

Hasan el-Basri'ye göre esirler dâru'l-harpte düşmanın gözünü korkutmak için öldürülebilir. Dâru'l-İslâm'da öldürülemez. Bu mekruhtur. Hammad b". Süleyman ise, savaştan sonra, artık dâru'l-harpte de olsa esirleri öldürmenin mekruh olduğunu söyler. Çünkü, ayette, "Onlar sizinle savaşırlarsa, onları öldürünüz" buyurulur (el-Bakara, 2/191). Savaş bittiğine göre artık öldürmeye gerek kalmamıştır. Esir olmazdan önce İslâm'ı kabul eden ne öldürülür ve ne de köle edinilir. Esirken müslüman olan öldürülmez. Çünkü artık, İslâm onların şerrinden emin olmuştur (İbn Hazm, el-Muhalla, (Nşr. A.M.Şakir) VII, 309)

2- Köle edinme: Harp esirlerinin köle edinilmesi veya müslümanlarâ zımmî olarak bırakılması mümkündür. Ebû Hanife ve İmam Mâlik'in görüşü budur. Eskiden savaş esirleri işkencelerle öldürülür; bazı milletlerde de çok ağır işlerde kullanılır, bütün insanlık haklarını kaybederdi. İslâmiyet esâret müessesesini bu şekilde buldu. Esirlere işkenceyi yasâklâdı; onlara şefkat ve merhametle muamele yapılmasını emretti; bu arada esirlerden köle ve câriye edinilenlerin her fırsatta hürriyetlerine kavuşturulmasını büyük bir tâat saydı. Bazı Hanefi hukuksularına göre esirleri köle olarak kullanma hükmü neshedilmiştir (Muhammed, 47/4; Enfal, 8/67; el-Cassas, a.g.e., V, 268-272).

3- Fidye ile salıverme: Ayette, ''Esirleri meccânen ya da bir fidye karşılığı salıverme vardır" (Muhammed, 47/4) buyurulur. Fidâ; esirleri, alınan bir şey karşılığında serbest bırakmak anlamına gelir. Bu bedel; mal, nakit para, harp malzemesi veya birtakım menfaatler olabilir. Nitekim Bedir gazvesi esirleri fidye karşılığı serbest bırakılırken, bazıları para temin edemeyince, Resulullah (s.a.s.) müslümanların çocuklarından on tanesine okuma yazma öğretmelerini emretmiş ve onları bunun karşılığında salıvermiştir (Sâbûnî, Tefsıru Ayâti'l-Ahkâm, II, 451-452). Hanefîlere göre esirlerin mal karşılığı salıverilmesi prensibi neshedilmiştir. Çünkü bu, düşmanın gücünün artmasına yol açar. Fidye ayeti (Muhammed, 47/4)'nin hükmü, şu ayetlerle kaldırılmıştır: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz" (et-Tevbe, 9/5). "Allah'a ve âhiret gününe iman etmeyen kimseleri öldürünüz" (et-Tevbe, 9/29).

Şâfiî, Mâliki ve Hanbeli mezheblerine göre, kurtuluş fidyesi ile salıverme caizdir. Bedir esirleri hakkındaki uygulama delildir. İmam Muhammed de, müslümanların mal ve paraya ihtiyacı varsa, fidye karşılığı salıvermeyi kabul eder.

4- İmam Ebû Yûsuf ve Muhammed'in de dahil olduğu, İslam hukukçularının büyük çoğunluğu esir mübâdelesini caiz görür. Yalnız Ebû Hanife aksi görüştedir. Ancak ondan, mübâdeleyi caiz gördüğü görüşü de nakledilmiştir.

mrân b. Husayn'dan rivâyete göre, Allah Resulu müslümanlardan iki kişiye karşılık bir müşrik fidye vermiştir (Tirmizî, Müslim). Diğer yandan (Muhammed Sûresi, 47/4)'deki kurtuluş fidyesi (fidâ) mutlak olarak zikredilmiştir.

5- Meccânen salıverme (menn): Esirlerin hiçbir şey alınmaksızın dâru'l-harbe salınmasına "menn" denir. Ebû Hanife. Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre meccânen salıverme caiz değildir. Çünkü bu, düşmanın gücünün artmasına sebep olur. Ayrıca, mücâhidlerin hukukuna da bir çeşit tecâvüz sayılır. İmam Şâfiî ise meccânen salıvermeyi caiz görür ve Resulullah'ın Yemame halkının büyüğü Sümâme b. Üsâl'i meccânen salıvermesini delil getirir (Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamus, III, 402).

Harpte esir alınan kadınlarla, zerân denilen çocukları öldürmek ittifakla câiz görülmemiştir. Bunlar hakkında diğer hükümler uygulanır. Esir alınan karı-koca, birlikte İslâm ülkesine getirilmişlerse, nikâh bağı devam eder. Yalnız kadın gelmişse bu bağ kalmaz (Bilmen, a.g.e., III, 402). İslâm'da esirlere işkence ve zulüm yapılmaz; güçlerinin üstünde iş yükletilmez. Bir aile ferdine gösterilen ilgi, şefkat ve yardımın bunlara da gösterilmesi gerekir.

Kafirlere esir düşen bir müslüman, onlara bir fidye ödemek üzere anlaşıp da esaretten kurtulur Daru'l-İslâm'a geri gelirse, kafirlere bir ödemede bulunması caiz değildir. Ancak fidye ödemeden ellerinden kurtulması mümkün değilse o zaman fidye ile kurtulması câiz olur. Müslüman bir erkek esir düşüp de ne zaman kurtulacağı bilinmiyorsa onun mirası, malı ve hanımının nikâhı hakkında devlet başkanı veya kadı (hâkim) gerekli hükmü verir. Ayrıca müslüman esirleri kurtarmak için İslâm devletinin ve bütün müslümanların gerekli her çareye başvurmaları lâzımdır.

Hamdi DÖNDÜREN
 
Üst