Firavun

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Mısır'da hüküm süren Amerika krallarına verilen ünvan. Türklerin hükümdarlarına Hakan, Bizanslıların Kayzer, İranlıların Kisra dedikleri gibi, eski Mısırlılar da Firavun derlerdi. İslâm dil bilginlerine göre firavun kelimesi, kibir ve gurur anlamına gelen "fer'ane" ya da "tefar'ane" kelimesinden gelir. Çoğulu 'ferâine'dir. Kelimenin bu anlamı nedeniyle kibirlenen, zulüm yapan kişi için "adam firavunlaştı" anlamında "tefer'ane'r recûlü" denir. Kök anlamı dışında firavun kelimesinin sapma ve saptırma, bozulma ve başkalarını bozma, zarara girme ve zarara uğratma anlamlarında da yaygın bir kullanılışı vardır. Buna göre her zâlim, sapkın ve mütekebbir kişi firavundur. Kur'an da kelimeyi bu yorumu doğrulayacak biçimde kullanır. Sözgelimi Hz. Yusuf dönemindeki Mısır kralı Firavun olarak nitelenmezken, Hz. Musa dönemindeki krallar Firavun olarak anılır. Kelimenin anlamı, diğer bir görüşe göre, güneş tanrısının oğlu demektir. Eski Mısırlılar güneşe Ra adını vermiş ve ona yüce tanrı diyerek tapınmışlardır. Mısır inançlarına göre her kral iktidarını Ra ile olan ilişkisine dayandırır ve kendisini Ra'nın yeryüzündeki temsilcisi olarak empoze ederdi. Zamanla Ra soyundan geldiğini savunan krallar, kendilerinin de "yüce rab" olduklarını halka kabul ettirmek amacıyla Firavun (güneş tanrısının oğlu) ünvanını kullanmaya başladılar (Mevdûdî, Tefhimü'l-Kur'an Tercümesi, İstanbul 1986, II, 69).

Kur'an, Hz. Musa ile ilişkisi nedeniyle sık sık andığı Firavun'un kimliğinden sözetmez. Buna karşılık Cevheri gibi bazı İslâm bilginleri, Kur'an'da geçen Firavun'un Velid b. Mus'ab olduğu görüşündedirler. Fakat Kur'an'da sözedilen Firavun, gerçekte iki ayrı hükümdardır. Bunlardan ilki, Hz. Musa'nın doğduğu sırada Mısır' yöneten ve Musa'yı sarayında büyüten Firavun; diğeri de Hz. Musa'nın risâletle görevlendirildiği sırada iş başında olan Firavun'dur. Çağdaş tarih araştırmacılarına göre ilk Firavun M.Ö. 1292-1225 yılları arasında hüküm süren II. Ramses; ikincisi ise II. Ramses'in oğlu Mineftah'tır. Ne var ki, Hz. Musa'nın dönemi kesin olarak tesbit edilemediği için bu görüşün yanlış olması da mümkündür. Kaldı ki tarihsel kişiliklerin tesbit edilip edilmemesi fazla bir önem taşımaz. Bu nedenle Kur'ân kimlikler üzerinde durmayarak ilâhı mesaj karşısında yeralan evrensel Firavun tipinin özelliklerini vurgular.

Hz. Musa'nın doğduğu zaman Mısır'ı yöneten kişi Firavun'dur. Çünkü zorbalığa yönelmiş, halkını sınıflara ayırmıştır. Aralarından bir zümreyi (İsrailoğullarını) güçsüz düşürmek için oğullarını boğazlamakta, kızlarını diri bırakmaktadır. Tam bir bozguncudur (el-Kasas, 28/4). Hz. Musa böyle bir ortamda, ezilen zümrenin bir üyesi olarak dünyaya geldi. Normal şartlarda hayatta kalabilmesi mümkün değildi. Fakat Allah, zayıf düşürülenlere lütufta bulunmak, önderler yapmak ve zâlimlerin mirasçısı, o yerlerin hakimleri durumuna getirmek istiyordu (el-Kasas, 28/5-6). Bu iradenin gerçekleşmesi için de Hz. Musa'nın hayatta kalması gerekiyordu. Annesine Musa'yı denize bırakması vahyedildi. Böylece Musa, hem Allah'ın, hem de İsrailoğullarının düşmanı olan Firavun'un sarayına getirildi. Firavun ve ailesi, ileride kendilerine düşman olacak çocuğu kendi çocuklarıymış gibi besleyip büyüttü (el-Kasas, 28, 7-14). Hz. Musa, gençlik çağında bir Kıptînin ölümüne neden olduğu için Mısır'dan kaçarak Medyen'e gitti. Hz. Musa kaçarak ayrıldığı Mısır'a on yıl sonra Allah Resulü olarak yeniden dönecektir.

Hz. Musa, Medyen'den dönerken risâletle görevlendirildi (Tâ-Hâ, 20/11-14). Doğrudan Firavun'a gidecek (Ta-Hâ, 20, 24), Allah'ın ayetlerini tebliğ edecek (Ta-Hâ, 20/42), ondan İsrailoğullarını serbest bırakmasını, onlara baskı ve işkence yapmamasını isteyecekti (Tâ-Hâ, 20/47). Firavun, azgın bir zorba (ed-Duhân, 44/31) ve büyüklük taslayan (el-Ankebût, 29/39) bir hükümdardı. Kavmi de bir zâlimler topluluğu (eş-Şuarâ, 26/10) hâline gelmişti. Firavun, Hz. Musa'nın çağrısına, bütün ayetleri, delilleri ortaya koyduğu halde, büyük bir inatla karşı çıktı. Bu andan itibaren Hz. Musa ile Firavun arasında başlayan büyük mücâdele Kur'an'da ayrıntılı biçimde gözler önüne serilir. Kur'an'ı izleyerek bu mücâdeleyi ana hatlarıyla şöyle tesbit edebiliriz: Firavun, ilâhı mesajla kendisine gelen Hz. Musa ve Harun'u önce iddialarından vazgeçmemeleri ve kendisinden başka bir ilah tanımaları durumunda hapse atacağını söyleyerek (eş-Şuarâ, 26/29) sindirmeye çalıştı. Başaramayınca, sarayda büyütülüşünü hatırlatarak (es-Şuarâ, 26/18) minnet altında bırakmayı denedi. Bu da tutmayınca, "Rabbiniz kimdir?" (TâHâ, 20/49) ve "Önceki nesillerin durumu nedir?" (Tâ-Hâ, 20/51) gibi sorularla sınamaya, tartışma yoluyla susturma yoluna başvurdu; deli olduğunu iddia ederek sözlerini geçersiz kılmaya çalıştı (es-Şuarâ, 26/27). Bunda da başarılı olamayınca, çaresiz, Hz. Musa'dan, getirdiğini iddia ettiği ayetleri (mucize) göstermesini istedi (eş-Şuarâ, 26/31).

Hz. Musa, kendisine bağışlanan asa ve Beyaz el mucizelerini gösterince Firavun bu kez de onu sihirbazlıkla, kendilerini yurtlarından çıkarmayı planlamakla suçladı (Tâ-Hâ, 20/57). Hz. Musa'nın bir sihirbaz ve dolayısıyla peygamberlik iddiasının temelsiz olduğunu kanıtlamak amacıyla ülkesinin önde gelen sihirbazlarını toplayarak onunla yarıştırdı. Fakat sihirbazların bir sihir değil, mucize karşısında bulunduklarını anlayarak müslüman olmaları nedeniyle amacına ulaşamadı. Üstelik bir bayram günü. halk önünde cereyan eden yarışma Hz. Musa'nın lehine sonuçlandı (TâHâ, 20/58-70). Bütün kozlarını kullanan Firavun, bütün zorbalar gibi zulme, katliama başvurdu. Hz. Musa'ya iman edenlerin oğullarının öldürülmesini, kadınlarının sağ bırakılmasını emretti (el-Mü'min, 40/25). Bununla da yetinmeyerek Hz. Musa'yı öldürtmeye kalkıştı. Fakat kendi ailesinden bir mümin kimsenin uyarısı üzerine vazgeçti (el-Mü'min, 40/26-35). Allah, belki gerçeği görür ve kabul ederler diye Firavun ve halkını kıtlık, tufan, çekirge gibi çeşitli azap ve felâketlerle cezalandırdı. Her felâket sırasında Hz. Musa'ya başvurarak Allah'a dua etmesini istediler; azabın kaldırılması hâlinde iman edeceklerine dair söz verdiler, fakat azap kaldırılınca sözlerinden döndüler. Firavun, Mısır mülkünün kendisine ait olduğu, düzgün konuşamayan Hz. Musa'dan daha iyi olduğu, doğru söylemiş olsaydı Hz. Musa'ya güç ve saltanatın simgesi olan altın bileziklerin atılması ya da yardımcı melekler gönderilmesi gerektiği gibi söz ve gerekçelerle halkının itaatinin devamını sağladı (ez-Zuhruf, 43/48-54).

Firavun'un, çevresinin ve halkının ilâhı mesajı kabul etmeyecekleri, zulüm ve işkencelerinin sona ermeyeceği kesinlik kazanınca Hz. Musa'ya İsrailoğullarını bir gece Mısır'dan çıkarması emri verildi (eş-Şuarâ, 26/52). Durumu öğrenen Firavun hemen harekete geçerek büyük bir ordu topladı (eş-Şuarâ, 26/53). Amacı, İsrailoğullarını bütünüyle yok etmekti. Ama Allah'ın da bir hesabı vardı. Firavun ve ordusu, Hz. Musa ve İsrailoğullarına yol vermek için yarılan Kızıldeniz'in yeniden birleşen suları içinde yok olup gitti (eş-Şuarâ, 26/60-66). Böylece Allah, Firavun ve halkını tapınırcasına sevdikleri şeylerden; çeşmelerden, bahçelerden, hazinelerden, o güzel yerlerden çıkardı ve bunları İsrailoğullarına miras yaptı (eş-Şuarâ, 26/57-59). Zorba Firavun, Kızıldeniz'in suları arasında artık her şeyin bittiğini, boğulacağını anlayınca, "Gerçekten İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım; ben de müslümanlardanım" dedi ama iş işten geçmişti. "şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştur'' denildi. Cesedi, gelecek nesillere ibret olması için denizden kurtarılarak bir tepeye atıldı (Yunus, 10/90-92).

Kur'an, tarihî olayları bir tarih kitabı gibi belli bir olayı aktarma amacıyla değil; insanları uyarma, düşündürme, evrensel gerçekleri kavratma gibi amaçlarla konu edinir. Hz. Musa ve Firavun hikayesi, bütün bu amaçların gerçekleştirildiği en kapsamlı kıssalardan birisidir. Kur'an bu kıssa ile müslümanların imanını güçlendirme, İslâmî tebliğe karşı çıkan müşrikleri uyarma gibi amaçlarının yanısıra, İslâm dışı toplumsal yapılanmaların, yönetim biçimlerinin, eşdeyişle Firavunî toplumların değişmeyen özelliklerini de ortaya koymayı amaçlar. İslâm dışı toplum ve yönetim biçimleri, tarihin hangi döneminde bulunursa bulunsun, hangi adla adlandırılırsa adlandırılsın, Firavun'a ve onun- temsil ettiği siyasal sisteme, bu sistemle şekillendirilen topluma özgü inanç ve düşünceleri, özellikleri yansıtır. Bu nedenle özü bakımından Hz. Muhammed'in karşısında yeralan kişilerle kökten değiştirmeyi amaçladığı toplumsal yapı, Hz. Musa döneminin Mısır'ından pek farklı olmadığı gibi, günümüzde dünyanın herhangi bir yerinde varlığını sürdüren İslâm dışı bir toplumsal ve siyasal yapı de Mekke'dekinden çok farklı değildir.

Kur'an, bize Firavun kıssası ile Firavunî toplumların temel özelliklerini belirleme imkânı veriyor. Buna göre bu tür toplumların en temel özelliği Allah'ı ve hakimiyetini reddetmeleridir. Firavun'un ilâhlık ve rablık iddiası, gerçekte Allah'ı ya da o toplumda varlığı kabul edilen ilahları yok saydığını değil; yeryüzünde kendisinden başka itaat edilecek, kanun koyacak, yönetecek güç tanımadığını ifade eder. Allah'ın hakimiyetini ve ilahî kanunları reddeden toplum, bu yetkiyi ister Firavun örneğindeki gibi tek kişiye, isterse belli bir topluluğa, bir sınıfa tanısın sonuç değişmez. Firavun'un, içinden akan ırmaklara varıncaya kadar bütün Mısır mülkünün kendisine ait olduğu yolundaki sözleri Firavunî toplumların başka bir özelliğini gösterir. Bu tür toplumlarda mülk Allah'ın değil hakim gücün sayılır. Hakim güç, mülk üzerinde dilediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Bu mülkiyet ve tasarruf anlayışının doğal sonucu olarak belli bir azınlık servet içinde yüzerken büyük halk çoğunluğu açlık ve sefalet içinde kıvranır. Firavun'un, böylesine mutlak bir hâkimiyet ve mâlikiyeti yalnız başına sürdürmesi mümkün değildir. Bu nedenle Kur'an Firavun ile birlikte "mele" adını verdiği işbirlikçilerine de dikkat çeker. Bugünkü karşılıkları ile söylenirse "mele", büyük sermaye sahipleri, meclis üyeleri, yüksek rütbeli subaylar. üst düzey yönetici ve bürokratlar halkı etkileme ve yönlendirme imkânına sahip aydın, sanatçı, din adamı ve benzeri kişilerden oluşan topluluktur. Bunlar, Firavun'un, firavunî düzenlerin kendilerine sağladıkları çıkarlar karşılığında onun hâkimiyetinin sürmesine yardım ederler. Bu da firavunî toplumların başka bir özelliğidir.

Firavunî düzenleri yapıları gereği varlıklarını ancak zulüm ve zorbalıkla sürdürebilirler. Adâlet, eşitlik, insan hak ve özgürlükleri bu tür düzenler için hiçbir anlam taşımaz. Toplumda her şey düzenin korunması ve sürdürülmesi amacına uygun biçimde düzenlenir. Tıpkı Firavun'un Mısır'ındaki gibi toplum çeşitli sınıflara bölünür; özellikle düzen için tehlikeli görülen unsurlar baskı ve zulümlerle zayıf düşürülür; gerektiğinde erkek çocuklarının öldürülmesi gibi yöntemlerle nüfus planlamasına gidilir. Peygamberler ya da onların takipçisi müminler tarafından adâlet, özgürlük, insanca yaşama adına yapılan her çağrı Firavun ve melesi için mülk, saltanat ve hakimiyetlerine yönelik bir saldırı anlamına geleceğinden hemen susturulması gerekir. Firavun'un Hz. Musa'nın daveti karşısındaki tutumu, firavunî düzenlerin bu yolda uygulayacakları bütün yöntemlerin bir özetini verir: Psikolojik baskı, daveti etkisiz kılacak karşı propaganda, suçlama, hapis ve öldürme tehditleri ve uygulamaları, çeşitli baskı, işkenceler ve nihayet soykırımı.

Firavun kıssası, Firavun ve işbirlikçilerinin kaçınılmaz akıbetlerini de gözler önüne serer. Onlar, galip ve güçlü olanın yakalayışı ile yakalanır (el-Kamer, 54/42) ve azabın en kötüsü ile kuşatılırlar (el-Mü'min, 40/55). Sonunda bütün yaptıklarının intikamı alınır ve hepsi boğulur, yok olup giderler (ez-Zuhruf, 43/55). Ahiretteki durumları ise daha da kötüdür. Onlar azabın en şiddetlisine sokulurlar (el-Mü'min, 40/46). Hz. Musa ve müminler ise imanlarının, sabır ve mücâdelelerinin bir ödülü olarak esenliğe çıkar, Firavun ve işbirlikçilerinin mülküne vâris ve hakim olurlar.

Ahmet ÖZALP
 
Üst