Hz. Ali’nin (as) Mertliği ve Mürüvveti

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Hz.-Ali-as-300x227.jpg


Nehc-ül Belağa, onun bu çok yönlü kişiliğini yansıtan konuşmalarla doludur. Ancak biz konumuzun sınırlarında kalmak durumunda olduğumuzdan İslami mantık ve bu mantıktaki çok yönlü kişiliğe örnek olması için bu konuşmalardan sadece birini vermekle yetiniyoruz burada:
Sıffin savaşında -savaş fiilen başlamadan önce- Hz. Ali (a.s) ile Muaviye orduları arasındaki ilk çarpışma Fırat kıyılarında olmuştur. Taraflar savaşa girişmeden önce öncü kuvvetler gönderilmişti; Muaviye, komutanları ve danışmanlarının da fikir birliğiyle Fırat kıyılarını işgal etmişti. Böylece Hz. Ali’nin (a.s) ordusunun su yolunu keserek onları hayati bir ihtiyaçtan mahrum bıraktıklarını; neticede susuz olarak savaşı sürdürmeyecekleri için de geriye dönüp yenilgiyi kabul edeceklerini hesaplamışlardı…
Ali (a.s) savaşa girişmeden önce taraflar arasında müzakerelerde bulunulmasının faydalı olduğunu söyleyerek meseleyi kan dökmeden, görüşme yoluyla hayırlı bir sonuca bağlamayı teklif etti. Görüşme ve müzakereyle hallolunabilecek bir meseleyi savaş ateşine sürüklemenin; arada Müslüman kanı dökülmesine sebebiyet vermenin vebali olacağı inancındaydı. Bu cihetle Muaviye ordularının Fırat kıyılarını işgal ettiklerini haber aldığında Muaviye’ye bir haberci gönderip “Henüz biz karşı karşıya gelmeden, bir mahalde karşılaşıp görüşmeden siz su yolunu bize kapadınız!” dedi -bu da Muaviye’nin savaş kışkırtıcılığında bulunduğunu gösteriyordu-.
Hz. Ali’nin mesajını alan Muaviye savaş erkanını toplantıya çağırarak kendileriyle görüşüp danıştı, fikirlerini aldı “Mesele budur, Ali suyu bırakmayı istiyor ne dersiniz?” dedi. Toplantıda bulunanlar muhtelif görüşlerdeydiler; kimi serbest bırakılmasından, kimi de aksinden yanaydı. Amr b. As, birinci grubun görüşüne katılmıştı “Suyu bırakın” dedi “Çünkü bırakmazsanız zorla alacaklar; o zaman da el aleme rezil olacağız…”Fakat ötekiler buna karşı çıktılar, suyu bırakmanın büyük hata olacağını, Ali ordularının bu kıyıları, ele geçiremeyeceğini öne sürüyorlardı. Sonunda ikinci grubun görüşü benimsendi ve Fırat suyunun Ali (a.s) ordularına kapatılması kararlaştırıldı. Ali (a.s) haberi aldığında karşı tarafın savaşı körüklemeye, kan dökmeye azmettiğini sezdi, işi ancak kılıç halledecektir. Savaşı Ali’ye (a.s) tahmil etmişlerdi, savaşmaya zorluyorlardı onu. Başka çare kalmadığını gören İmam (a.s), ordunun karşısına geçip bir konuşma yaptı; baştan sona yiğitlik terennüm eden; binlerce kös, binlerce savaş marşından daha etkin olan bir hitabeydi bu:
“Askerler! Muaviye bir bölük azgını etrafına toplamış ve size karşı çıkmış durumda! Fırat’ın suyunu kapatmışlar size; kıyıları tutmuşlar, sizi sudan mahrum bırakmaya niyetlenmişler!…
Ne yapmalı dersiniz?
İki yol var karşımızda şimdi: Ya alçakça yaşamak, yada vuruşarak şerefle ölmek!
Dostlar! Su mu istiyorsunuz? Doyasıya, kana-kana Fırat’ın suyundan susuzluğunuzu gidermek mi istiyorsunuz?…
Pekala… O halde evvela şu alçakların kanına susayan kılıçlarınızı sulayın…
Su istiyorsanız, kılıçlarınızı, size su yolunu kapatan bu sapkınların kanıyla bir güzel yıkayın önce… Sonra dilediğiniz suya kavuşacaksınızdır! Susuzluğumuzu mertçe vuruşarak giderebiliriz ancak; başka yolu yok bunun!…”
Ardından, bütün orduyu coşturan, damarlarına, iliklerine değin yiğitçe bir heyecan ve feveranla kasıp kavuran bir cümle söyledi; bu cümle hayat ve ölümün , Hz. Ali’ye (a.s) göre askeri yorumuydu:
“Dostlarım! Hayat nedir sizce?!
Yeryüzünde yürümek, adım atıp hareket etmek, yiyip içmek ve yatıp uyumak mıdır hayat?
Ya ölüm… Ölüm nedir sizce?!
Toprağın altına gidivermek mi?..
Hayır!
Elbette ki hayır!
Hayat ve ölüm, bunlar değildir asla!
Hayat; ölerek de olsa muzaffer olmaktır!
Ölümse, yenilgi ve esaretle yaşamaktır!
Kahrolarak, alçalarak yaşamadır ölüm kahrederek, yiğitçe yücelerek ölmekse hayattır!”[1]
Evet… Ali’nin konuşmasıdır bu… Bir yiğitlik destanı, bir kahramanlık deyimidir sanki…
Yüz binlerce savaş marşından daha etkin bir cümledir bu…
“Ölüm, esareti kabullenip kahrolarak alçakça yaşamakta,
Hayat; kahrederek, yiğitçe vuruşarak yücelip şerefle ölmektedir!..”
Bu inançla savaşa giren elbette zafer kazanacaktır…
Nitekim Ali (a.s) orduları çok kısa süren bir çarpışmadan sonra Fırat kıyılarını ele geçirdiler, Muaviye ve ordusu susuz kalıvermişti şimdi!…
Muaviye, kendilerine biraz su verilmesini rica eden bir mektup gönderdi Hz. Ali’ye (a.s). Hz. Ali’nin (a.s) adamları bunu kabul edemeyeceklerini söylediler, gönderilen habercilere, “Su yolunu ilkin siz kestiniz, size su vermeyiz dediniz; şimdi nasıl su istersiniz bizden?” dediler.
Fakat Hz. Ali (a.s) onları yatıştırdı, bunun doğru olmadığını söyleyerek “Onların yaptığı hataydı, bizim böyle bir hataya, böyle bir alçaklığa tevessül etmemiz düşünülemez, mertlik değildir bu… Ben düşmanımla savaş meydanında vuruşur, zaferi savaş meydanında ararım. Bu gibi baskılara tenezzül etmek ne bizim ne de izzet ve keramet sahibi başka bir Müslüman’ın şanına yakışmaz dedi ve gönderilen habercilere diledikleri kadar su alabileceklerini söyledi!…
Mertlik ve mürüvvet denilen şey budur işte!…
Mertlik, cesaretten çok daha üstün bir vasıftır.
Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hz. Ali’ye hitaben şöyle der Mesnevi’de:
“Der şecâat şir-i rabbanisti
Der muruvvet-i hod ki daned kisti”[2]
Evet, Hz. Ali’yi (a.s) böyle tavsif eder Mevlana:
“Cesarette Allah’ın aslanısın
Mertlikteyse ancak sen bilirsin kendini…”
Cesaret ve şecaatle rabbani aslansın sen, Allah’ın aslanısın. Mertliğiniyse anlatabilmek mümkün değil, dile sığmaz, kelimelerle anlatılmaz mürüvvetin…

Ali’nin binlerce boyutundan biridir bu yalnızca…
————–
[1]- Nehc-ül Belağa, Hutbe: 51. (Ayrıca bkz. Nehc-ul Belağa Türkçe tercüme ve şerhi 51. hutbe. 56. başlık, s.222.)

[2]- Mesnevi, s.97.
————–
Murtaza Mutahhari’nin “İnsan-ı Kamil” kitabından alıntıdır.
Sayfa: 137
 
Üst