İnsan her an, her yerde ölümle karşılaşabilir

  • Konuyu başlatan AhDe_VeFaLi
  • Başlangıç tarihi
A

AhDe_VeFaLi

Ziyaretçi
İnsan her an, her yerde ölümle karşılaşabilir
Ölümü düşünmek ve bu gerçeğin şuuruna varmak insanı her an ihlaslı ve vicdanlı davranmaya yönelten önemli bir tefekkür konusudur. Allah'ın ve ahiretin varlığına samimi imanla kanaat getiren insan, yaşam gibi ölümün de Allah'ın kontrolünde olduğunu bilir. Hiçbir insan ecelini ne erteleyebilir ne de öne alabilir. Ölüm Allah'ın takdir ettiği anda ve Allah'ın takdir ettiği şekilde gerçekleşir. "Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.)" (Araf Suresi, 34) ayetiyle de bildirilen bu gerçeğin farkında olan insan, ölüm ile ne zaman karşılaşacağını bilmemenin verdiği açık bir şuur ile hareket eder. "Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile…" (Nisa Suresi, 78) ayetiyle de hatırlatıldığı gibi Allah diledikten sonra ölüm mutlaka gerçekleşir. Bunun ne kişinin yaşı ile, ne sağlıklı olması ne de tedbirli davranmış olması ile ilgisi yoktur. Allah diledikten sonra ani bir kaza, beklenmedik bir hastalık, hatta kimi zaman insanları hayrete düşüren umulmadık basit bir sebep dahi insanı ölüme sürükleyebilir.

İşte tüm bu yönleriyle ölümü düşünebilen bir insan, her an her yerde ölümle karşılaşabileceğini, yaşamının her an son bulma ihtimali olduğunu bilir. Bu da onu hayatının her anında ihlaslı davranmaya, aklını, vicdanını ve imkanlarını son noktasına kadar kullanmaya yöneltir. Bir an sonra kendisini Rabbimiz'in huzuruna varmış, hesap verirken bulabileceğini, her an cennet ya da ceheneme sevk edilme ihtimaliyle karşı karşıya kalabileceğini bilmenin verdiği açık şuur ile hareket eder. Dünya hayatını, ahirete gidip cenneti ve cehennemi görüp geri dönmüşcesine, tüm bunların gerçekliğinden ve yakınlığından kesin olarak emin olmuş bir iman ve ihlasla geçirir. Her anını, canını almaya gelen ölüm melekleriyle karşılaştığı, amel defterinin ortaya konduğu, cennete mi yoksa ceheneme mi sevk edileceğinin kararını beklediği anı yaşıyormuş gibi derin bir Allah korkusu ile geçirir. Cehennem azabının yakınlığını ve dehşetini her an aklında tutarak, sonsuza kadar bu azabı tatmanın korkusunu her an hissederek hareket eder. Aynı şekilde cehennemden kurtulmuş olup, sonsuza kadar Allah'ın dost edindiği bir kul olarak cennette yaşayacak olmanın şevkiyle dolu olur. Hesap gününde Allah'ın huzuruna çıkarıldığı vakit, "Bilmiyordum, anlamamıştım, fark etmemiştim, unutmuştum, gaflete dalanlarla birlikte ben de dalmıştım, gevşeklik göstermiştim, şeytana uymuştum ya da Allah nasıl olsa affeder diye düşünmüştüm, ibadetleri yerine getiriyordum bunlar yeterli olur zannetmiştim" gibi mazeretler öne sürmesinin hiçbir fayda sağlamayacağının bilincinde hareket eder.

Bu bilinç güçlü bir vicdan, keskin bir kavrayış gücü, üstün bir akıl ve kesintisiz bir ihlas anlayışıyla kendini gösterir. Bu şuurdaki bir insan ölümün an meselesi olduğunu bildiği için, hayırdan yana hiçbir işi ertelemez, hiçbir konuda üşengeçlik ya da tembellik yapmaz, şevksiz davranmaz. "Birazdan, bir saat sonra ya da yarın yaparım" dediği bir işi gerçekleştirmeye ömrünün yetmeyebileceğini düşünür. Ahirette de ertelediği ve eksik tuttuğu bu gibi işler nedeniyle çok büyük bir pişmanlığa kapılabileceğini bilir.

"Keşke imkanım varken daha çok salih amelde bulunsaydım, daha çok infak etseydim, hayırlarda yarışsaydım, ihlas sahiplerine, müminlere önder olacak kadar üstün bir ahlak içerisinde olsaydım, keşke Allah'ın dinine daha sıkı sarılsaydım, keşke din ahlakını tebliğ etmek için daha çok çaba harcasaydım, keşke insanlara iyiliği emredip kötülükten menetmek için birşeyler yapsaydım, keşke dünya işlerine kapılıp ahiretim için hazırlık yapmayı ertelemeseydim, keşke hayırdan yana yaptıklarımı artırsaydım da bu gün kurtuluşa erenlerden olsaydım" diyenlerden olmamak ve ahirette bu pişmanlığı yaşamamak için Peygamberlerin göstermiş olduğu gibi bir ihlas anlayışı içerisinde hareket etmesi gerektiğini bilir.

Her an ölümle karşılaşabileceğine göre ne kadar acele etse, ne kadar ihlaslı davransa, ne kadar salih amelde bulunsa o kadar karlı çıkacaktır. Cehennem gibi zorlu bir son ile karşılaşmamak için böylesine bir samimiyet ve ihlas içerisinde olmaya mecbur olduğunu bilir. Gevşeklik göstermenin, ağırdan almanın, daha güzeli, daha iyisi ve daha mükemmeli varken biraz daha azını tercih etmenin ahirette pişmanlığa sebep olacağının şuurundadır. Bu şuur açıklığı ve ihlas her konuda kendini gösterir; Allah'a olan yakınlığında, müminlere gösterdiği saygı, sevgi ve samimiyette, güzel ahlakta, fedakarlıkta, çalışkanlıkta, ibadetinde, duasında, malıyla canıyla harcadığı çabasında, Allah yolunda yaptığı infakında, her an her yerde yaptığı Müslümanca konuşmalarında, şevkinde, canlılığında hep ihlaslı bir tavır sergiler.

İşte bu yüksek ihlas anlayışını insana kazandıran; dünya hayatını ölümü düşünerek yaşıyor olmasıdır. Bediüzzaman Said Nursi İhlas Risalesi'nde yer verdiği bir sözünde ölümü düşünmenin bu faydasına şöyle dikkat çekmiştir:

"Ey hizmet-i Kuraniye arkadaşlarım! İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en tesirli bir sebebi, ölümü düşünmektir. Evet, ihlası zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevk eden bitmeyen bir istek olduğu gibi, riyadan nefret veren ve ihlası kazandıran, ölümü düşünmektir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fani olduğunu dikkatle düşünüp, nefsin desiselerinden kurtulmaktır. Evet, ehli tarikat ve ehli hakikat, Kuran-ı Hakimin, "Her nefis ölümü tadıcıdır." (Al-i İmran Suresi, 185) gibi ayetlerinden aldığı dersle, ölümü düşünme yolunu esas tutmuşlar; bitmeyen bir istek olan tevehhüm-ü edebiyeti (ebedi yaşayacağını zannedip,Allah'ın emirlerinden ve ahiret için hazırlanmaktan gaflet içinde olmak) o düşünce ile ortadan kaldırmışlardır. Onlar farazi ve hayali bir suretle kendilerini ölmüş düşünüyor ve hayal ediyor ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip, düşüne düşüne, nefsi emmare o hayal ve düşünceden etkilenip, uzun emellerinden bir derece vazgeçer. Bu düşüncenin faydaları pek çoktur. Hadiste "lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü zikrediniz!" diye rabıtayı ders veriyor.

Fakat mesleğimiz tarikat olmadığı, belki hakikat olduğu için, bu düşünceyi, ehl-i tarikat gibi farazi ve hayali suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki, akıbeti sonu düşünmek suretinde geleceği şimdiki zamana getirmek değil, belki hakikat noktasında şimdiki zamandan geleceğe fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza luzüm kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının ölümünü gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parçada öbür tarafa gitse, dünyanın ölümünü de müşahade eder, mükemmel ihlasa yol açar.16

Bediüzzaman bu sözleriyle insanlara ölümü, adeta kabre girmiş, kendi ölümünü, kendi cenazesini görmüş, ahirete gidip dünyanın ölümünü de müşahade etmiş bir insanın şuur açıklığı ve olgunluğuyla değerlendirmelerini tavsiye etmiştir. Ölümü düşünmenin insanı dünya hayatındaki her türlü tavır ve ahlak bozukluğundan arındıracak önemli bir vesile olduğuna dikkat çekmiştir.
 
Üst