ölü hayatı sona ermiş olan

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Hayatı sona ermiş, ölmüş kişi, cansız. Dünyevî hayatla ilişkisi kesilmiş kimse. İslâm hukukunda ölü, hüküm itibariyle iki şekilde ele alınmaktadır.

1. Hakîkî ölü; 2. Hükmî ölü.

Hakîkî ölü: Dünya hayatının son bulması demektir. Bu durumda ölüye terettüb eden hükümleri şu şekilde ele alabiliriz:

I- Dünya işlerine ait hükümler

1. İbadetler: İbadetler, eda edilebilmeleri için irade ve kudreti gerektiren teklifi hükümlerin kısımlarındandır. Ölüm, irade ve kudreti yok eder. Bundan dolayı namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin edasına mani bir hal teşkil eder. Hanefîler, dünyevî hükümler bakımından zekâtın sâkıt olduğunu ve ölünün geriye bıraktığı maldan verilmesinin gerekli olmadığı görüşündedirler. İmam Şâfiî gibi fakihlerden bazıları ise, ölümle zekâtın düşmeyeceği, terekeden verilmesi gerektiği görüşündedirler. Bu fakihlere göre zekatta kastedilen, mükellefin fiili değil malıdır (Nesef, Keşful-Esrâr, Bulak 1316, II, 277; Nevevî, el-Mecmu' Şerhul Mühezzeb, Beyrut ts. (Darül-Fikr), V, 335; Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, Bağdad 1405/1985, s. 110).

2. Başkalarının hak ve ihtiyacından dolayı ona yüklenenler: Bunları da üç kısımda incelememiz mümkündür.

a) Sıla vazifesiyle ilgili olanlar

Fıtır sadakası, nafaka borcu gibi. Bunlar şayet ölü tarafından vasiyyet edilmemişse düşer. Vasiyyet edilmişse, malının üçte birini geçmemek üzere vasiyyeti yerine getirilir (Hayreddin Karaman, Fıkıh Usûlü, İstanbul 1982, s. 206).

b) Zimmetinde bulunan borçlar

Kişilerin vücûb ehliyeti, zimmetle mevcuttur. Zimmet, insanın lehindeki ve aleyhindeki şeye ehil olduğu şer'î vasıftır. Ölümden sonra zimmetin yok olduğu konusunda fukaha arasında görüş ayrılığı olmamakla beraber, zimmetin ölümün hemen arkasından son bulup bulmadığı konusunda ihtilâf vardır. Ebû Hanîfe'ye göre, ölünün zimmeti ölümün hemen arkasından yok olmaz; zayıflar. Zayıf da olsa zimmetin bulunması sebebiyle, ölü vücûb ehliyetine sahiptir. Ancak ölümün zayıflattığı bu zimmet, borçları taşıyabilecek güçte değildir. İşte bu borçları takviye edecek tereke malı veya borçlu hayatta iken onun borcuna kefil olmuş birisi mevcutsa, zayıflamış olan zimmet böylece kuvvetlenir ve borçları yüklenebilir. Eğer bıraktığı kefil veya malı yoksa, borç -dünyevî bakımdan- düşer. İflas etmiş olarak ölen kişiye bir başkasının kefil olması caiz değildir. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve diğer imamlara göre ise ölünün borcuna kefalet caizdir. Çünkü kişi ölümle borcundan kurtulamaz. Mecelle'nin 633. maddeyi mutlak olarak bırakmasından bu görüşü kabul ettiği anlaşılmaktadır (Muhammed Hudarî Bek, Usülül-Fıkh, Kahire 1389/199, s. 97; Mahmud Esad Telhîsu Usûlil-Fıkh, İstanbul 1313, s. 483-484; A. Zeydan, a.g.e., s. 110-111; Vehbe ez-Zühaylî, Usulül-Fıkhıl-İslâmî, Dımaşk, 1406/ 1986, I, 176).

c) Üzerinde bulunan ayni haklar

Ölen kişide bulunan rehin, emanet, vedîa, gasbettiği mallar gibi bizzat ayn'a taalluk eden mallar sahiplerine iade edilir. Bunlar mükellef bulunan ölünün bizzat yapması ve işlemesi gereken şeyler olmayıp, sahiplerine kim tarafından olursa olsun verilmesi matlup mallardır. Ölüm bunları ıskat etmez (M.Hudari Bek, a.g.e., s. 97; H.Karaman, a.g.e., ş. 206).

3. Ölü'nün ihtiyacından dolayı meşrû kılınan hakları:

Ölünün kendi ihtiyacı için meşrû kılınan bazı şeyler vardır ki, ölüm bunları ıskat etmez. Çünkü ölü de bir varlıktır ve ihtiyaç sahibidir. Ölümün acziyet hali olması ihtiyaca mani değildir. Ölünün ihtiyaç duyduğu şeyleri dört mertebede ele almamız mümkündür.

a) Techiz, tekfin ve defni: Bu, ölünün en önemli ihtiyacıdır. Bunlar için gerekli olan masraflar, borcundan da öne alınarak yerine getirilir.

b) Borçlarının ödenmesi: Vasiyetlerinden önce borçları ödenir. Çünkü kulun borcu, Allah ile kendisi arasında bir perdedir.

c) Vasiyeti'nin yerine getirilmesi: Vasiyetleri malınıın üçte birini geçemez.

Techiz-tekfin, borçlarının ödenmesi ve vasiyetinin malının üçte birisiyle yerine getirilmesi için hiç kimsenin rızasına ihtiyaç yoktur. Ölünün bu ihtiyaçları karşılanmadıkça, malına kimsenin hakkı taalluk etmez.

d) Malının geri kalanı ise mirasçılar arasında taksim olunur (Büyük Haydar Efendi, Usul-i Fıkıh Dersleri, İstanbul ts. (Üçdal), s. 491-492; H.Karaman, a.g.e., s. 206; Mahmud Esad a.g.e., s, 484).

4. Ölü'nün şahsî ihtiyacıyla alakası bulunmayan hakları:

Bunun örneği kısastır. Kısas, geride kalan akrabanın teselli ve huzurunu sağlar. Bunun ölüye taalluk'u yoktur. Bu sebeple doğrudan doğruya vereseyi ilgilendirir. Ölünün velisi dilerse kısası affedebilir (H. Karaman, a.g.e., s. 206).

II. Ahiretle İlgili Hükümler Ahiret hükümlerinde ölü için hayat hükmü vardır. Kendisinin başkası üzerinde, başkasının da onun üzerinde vacib olan şeyler heder olmaz. Ahiret hükümlerine nisbetle ölü için kabir hayatı, dünya hayatına nisbetle ana rahmine benzer. Yine ahiret hayatına nisbetle kabir, dünya hayatına nisbetle beşik menzilesindedir. Asıl hayat, huzur ve sükûn ahirettedir (el-Ankebut, 29/64; el-Mü'min, 40/39). Ölü'nün ahiret hayatıyla ilgili durumunu dört kısımda ele almamız mümkündür:

a) Başkasının malı, canı veya ırzına yapmış olduğu haksızlıktan dolayı kendi üzerine vacib olan haklar.

b) Başkasının onun malı, canı veya ırzına yapmış olduğu haksızlıktan dolayı bu fiilleri işleyen üzerindeki hakları.

c) İman ve itaatı sebebiyle elde ettiği mükafatları.

d) İsyan ve kötülükleri sebebiyle çekeceği elem ve azab (Geniş bilgi için bk. Ahiret'e İman) (Hüseyin b. Halef el-Cübürî, Avârizu'l-Ehliyye Indel-Usüliyyîn, Mekke 1408/1988, s. 326-327; Zühaylî, a.g.e., I,175; Büyük Haydar Efendi, a.g.e., s. 489/490).

Hükmî ölüm: Kadı'nın ölümü gerektiren bir sebebten dolayı bir şahıs hakkında ölüm hükmünü vermesidir. Bazen şahıs sağ olmakla birlikte ölü hükmündedir. Meselâ bir müslümanın İslâm dininden çıkıp dârul-harb'e girmesi gibi. Bu kişi hükmen ölü sayılır, karısı kendisinden ayrılır, malları mirasçıları arasında taksim edilir ve hanımının iddet müddeti başlar. İddet müddeti dolduktan sonra, evlenmesi caiz olan kişilerden dilediğiyle evlenebilir. Daha sonra eski koca müslüman olur ve dârul-İslâm'a dönerse, aynen baki olan, kalan mallarını alabilir, mirasçıların harcadıkları ve sarfettikleri mallarının kendisine iadesini isteyemez. Ayrıca iddet müddeti dolduktan sonra bir başkasıyla evlenmiş olan eski kansına da dönemez (Huseyin b. Halef el-Cübûrî, a.g.e., s. 328-329).

Ölüyü Yıkama Konusunda Karı ve Kocanın Durumu

Kocanın ölümü halinde karısı kendisini yıkayabilir. Ancak karının vefatı durumunda Hanefî mezhebine göre koca karısını yıkayamaz. İmam Şâfiî'ye göre ise karı kocasını yıkayabileceği gibi koca da karısını yıkayabilir (Nevevî, a.g.e., V,132 vd.; Hüseyin b. Halef el-Cübûrî, a.g.e., s. 324-326).

Ölüye Ağlamak Yakınlarını, sevdiklerini kaybeden kişilerin acı çekmesi ve bu acının göze hücum eden yaşlar, ruhlara hakim olan hüzün ve kederler ile tezahür etmemesi mümkün değildir. Bu tabiîdir, sevgi ve merhametin meyvesidir. İslâm bu nevi üzülmeyi ve ağlamayı menetmemiş, Hz. Peygamber (s.a.s) ve Sahabeden de bu türlü ağıt vaki olmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in "ölü, ailesinin ona ağlaması yüzünden azab çeker" buyurduğu rivayet edilmiştir. Hz. Aişe (r.a)'nın açıkladığına göre bu rivayet mümin olmayanlar içindir. Zaten azab çeken böyle ölü üzerine ailesinin ağlaması da bir azab olmaktadır.

Ölüye azab veren ağıt İslamın yasakladığı ve İslâm'dan önce çok revaçta olan "bağırıp-çağırarak" Allah'a karşı yakışıksız sözler söyleyerek, saçını, başını ve elbisesini yolup yırtarak ağlamaktır. Bilhassa ölünün böyle bir âdeti var idiyse ve ailesine bunu o aşılamış ise azab çekmesine vesile olmaktadır. Aksi takdirde Allah kimseye diğerinin suç ve günahından dolayı azab etmez (Hayreddin Karaman, Edebiyat Yolcusunu Uğurlarken, Ankara 1988, s. 31-33).

Namazı Kılınan ve Kılınamayanlar

Erkek, kadın müslümanların, canlı doğup ölmüş çocukların, idama mahkum olanların namazları kılınır. Hanefilere göre şehidin namazı kılınır. İslâm müctehidlerinin çoğuna göre müslüman olduğu bilinen hain, âsî, şaki her nevi ölünün namazı kılınır. Hanefi fukahası şunları istisna etmiş ve namazlarının kılınmayacağını ifade etmişlerdir:

a) Devlete baş kaldırıp savaşırken ölen âsîler (buğât).

b) Haksız olduğu halde kabilecilik gayretiyle kavgaya karışıp ölenler.

c) Yol kesip, şehir basıp soygunculuk yapan eşkiya.

d) Ana veya babasından birini öldürenler.

İlk üçü kavga ve savaşta iken ölürse, sonuncusu da kısasen öldürülürse namazları kılınmaz (Karaman, a.g.e., s. 239).

Saffet KÖSE
 
Üst