Referansım Allah'tır

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Referansım Allah’ tır


Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni başka bir ilimizde personel almak üzere görevlendirdi. Biz dört arkadaş birleşerek sözünü ettiğim il’e gittik. Önceden bizim için ayrılan misafirhaneye yerleştik, şehre gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Zaten bende ve arkadaşlarım bu ile ilk defa geliyorduk. Ne kimseyi tanıyorduk, ne de kimse bizi tanıyordu.

Arkadaşlar olarak hepimizin kanaati aynı ki, siyasi ve diğer baskılardan hiçbirine boyun eğmeden hak edeni kazandıralım. Biliyorduk ki, katilim yoğun olacak ve herkes bir referansla bizi rahatsız edecekti; çünkü Türkiye’nin gerçeği buydu. Bunun için çok dikkatli davranıyorduk.

İl’e ikindi vakti vardık. Kimseye görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar bir mahallede, tarihi bir camiye gittik. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boştu. Osmanlı’dan kalma, mimarisi insanı ve manevi duygular uyandıran şirin bir caminin avlusundayız. Dört arkadaş şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Mayıs ayının serin, sıcak havası da ayrı bir güzellik katıyor çevreye. Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki ayaklarımın önüne bir takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa doğru şaşkınlıkla başımı çevirdim. Yüzüme tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi ve yakışıklı diyebileceğimiz yirmi beş yaşlarında bir gençle göz göze geldim. Utangaçlığın vermiş olduğu çekingenlikle;

"Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek, Allah’ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!" dedi.

Gencin tebessümü, davranışı, kibarlığı, her şeyden çok içten davranışı hepimizi çok etkiledi. Sordum:
"Sen kimsin?, Adın nedir?"

"Adım Bilal, bu mahallede oturuyorum."

Bir an abdest almayı bırakarak gençle ilgilenmeye başladım.

"Ne iş yapıyorsun Bilal?"

Biraz durakladı; ama yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu cevaplandırdı:

"Şimdi işim yok. Ama inşAllah yakında işe gireceğim"

O kadar inanarak söylüyordu ki bunu,

"Nasıl olacak o, Bilal?" dedim.

Müthiş mütevekkil ve huzurlu bir yüzle:

"Üç gün sonra" dedi, " …….. Müdürlüğündeki sınavla personel alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşAllah!" demez mi?..

Ben bir an neye uğradığımı şaşırmıştım, ama arkadaşlarım da artık, Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat kesilmişlerdi.

"Peki, Bilal" dedim, "bu zamanda işe girmek zor, hem de çok zor! Senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?"

Bilal o mütevekkil ve mütebessim halini kuşanarak (ki bu halini hiç unutamıyorum.), hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak sözü söyleyiverdi:

"Benim referansım Allah Celle Celaluhu’dur. Ne güzel vekildir O. Dün gece O’na dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?"

Ya Rabbi! Ne işe tutulmuştuk? Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim. Musluktan avucuma su alıp yüzüme serptim.

"Bilal, baban yok mu?"

"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni".

Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o kadar meydanda idi ki kalbi adeta yüzüne vurmuştu.

"Askerliğini yaptın mı Bilal?"

"Yaptım ya, hem de çavuş olarak".

Artık Bilal’ı daha yakından tanımalıydım; çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti.

"Evli misin Bilal?"

Bir anda gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak sözünü sürdürdü; "Heya, evli değil de sözlüyüm. İnşAllah, işe girer girmez düğünümü yapacağım".

Yine o kadar kesin konuşuyordu ki,

"Ama Bilal, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki sınavı kazanmış gibisin!"

Sustu. Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz sonra gözleri ufka dikili olarak ve sesine bir gizemlilik katarak şunları söyledi:

"Ben Rabbimi seviyorum, inanıyorum ki o da beni seviyor. Seven seveni korumaz, ona yardım etmez mi?"
Ona söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal öylesine bir kalp taşıyordu ki Allah bizi kocaman kocaman, müdürleri, Bilal kuluna hizmet ettirmek için ayağına göndermişti. Kim müdürdü, kim işçi olacaktı? Bilal dilekçesini en büyük makama sununca melekler harekete geçtiler. Daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte Bilal kulun ayağına koşmaya başladılar. Çünkü emir büyük makamdandı, Allah’a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi? Sormaya devam ettim, içim titreyerek;

"Bilal, sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda hem yetim, hem işsize kim kız verir ki?"

Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi;

"Zor nişanlandım ya, Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, "sözde Müslüman" değil hakiki mümin. "Bu zamanda namazında niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah’tır" dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verir inşAllah."

Bilal lise mezunuydu, üç yüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçerek ilk yetmiş kişinin arasına girdi. Şimdi mülakata girecekti.

Ve bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil, bütün referansları bir kenara koyarak Bilal’ın referansını en öne aldık!

Mülakat gününe kadar bizi göremedi, kim olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat günü geldi çattı. Tüm arkadaşlar merak ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba nasıl tepki verecekti?
Adı okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak, birden bizi fark edemedi, zaten kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk, o da başını yavaş yavaş kaldırarak bize baktı.

Birden şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü, sessizliği bozdum;

"Bilal, bizi tanımadın mı?"

"Evet".

"Peki, ne diyeceksin şimdi?"

Ağlamaya başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu. Artık bizde dayanamamıştık, ona uyduk. Sabah makamında hıçkırırlar boğazımıza düğümlenmişti. Oda öylesine bir havaya bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle dokunmak mümkündü, adeta Bilal ellerini Rabbine kaldırdı ve;

"Ey Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum, içimi sana açmıştım, şimdi burada müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah’ım, ben sen’den başkasından istememeyi istedim senden. Beni yalnız sana muhtaç eyle Allah’ım dedim."

Bir an bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün dolu bir sesle;

"Ne olur, izin verin çıkayım" dedi.

"Peki, Bilal" dedik, "Güle güle git. Allah işini, aşını, eşini mübarek kılsın!"

Allah’tan isteyenler muratlarına erdiler de ondan gayrisinden isteyenler helak oldular. Allah dilerse bütün dünyayı Bilal’lara hizmetçi yapar (Bizi yapmadı mı?)

Fakat Bilal yüreğine ve saflığına ulaşmamız gerek.


GÖNÜL PENCERESİNDEN

D. Ali TAŞÇI
Beyandan alıntı...
 
Üst